GRACE DAVIE
KİTAP DEĞERLENDİRMESİ
TERCÜME: AKİF DEMİRCİ
BASKI YILI: 2005
BASKI YERİ: İSTANBUL
YAYINEVİ: KÜRE YAYINLARI
SAYFA SAYISI: 272
ISBN NUMARASI: 975-6614-28-5
Modern Avrupa’da Din kitabı, dokuz bölümden oluşmaktadır. Kitap genel manada Avrupa’nın toplumsal dini hafızasını merkeze alarak günümüzdeki Modern Avrupa’nın dini fotoğrafını çekmeye çalışmıştır.
Yazar kitabın ilk bölümünde Avrupa’yı
şekillendiren tarihi bilgilere yer vererek genel bir profil çizmiş ve
Avrupa’nın dini bağlılığı ile ilgili sayısal değerlere yer vermiştir. Bu
sayısal değerler mezhep bağlılığı, rapor edilmiş kilise katılımı, kiliseye
yönelik tavırlar, dini inancın göstergeleri ve öznel dini eğilimin ölçümü
şeklinde yapılan araştırmalara dayanarak verilmiştir. Ayrıca bu bölümde Avrupa’daki
dini azınlıklar olan Yahudi, Sih, Hindu ve Müslüman nüfusa da değinmiştir.
Müslümanların Avrupa’da en fazla yer işgal eden, aynı zamanda en az kabul gören
dini azınlık olduğundan bahsederken, sözü Selman Rüşdi’nin Şeytanın Ayetleri
kitabı etrafında süren tartışmalara ve Fransa’daki başörtüsü yasağına
getirmiştir. Bu bölümde son olarak
Avrupa ülkelerindeki kilise-devlet ilişkilerine yüzeysel olarak değinmiştir.
Mesela İsveç, Norveç ve Danimarka gibi ülkelerin Kilise üyelerinin inanmadan
mensup olduklarından, Hollanda ve Belçika’nın dikine ayrımından ve Fransa’nın
laiklik anlayışından söz etmiştir.
Kitabın ikinci bölümünde Steve Bruce’nin “Sekülerleşme”, Casanova’nın “Modern Dünyada Din” ve Leger’in “Kollektif Hafıza Olarak Din” teorilerini
açıklamıştır. Bruce’nin sekülerleşme teorisini Avrupa’nın dini durumundan
örneklerle açıklayarak, bu teorinin birçok soruyu beraberinde getirdiğini
belirtmiştir. Casanova’nın sekülerleşmeyi, seküler alanın dini kurumlar ve
normlardan farklılaştırılması, dini inanç ve pratiklerin azalması ve
özelleştirilmiş bir alana doğru dinin marjinalleşmesi şeklindeki ayrımına
alıntı şeklinde yer vermiştir. Leger’in teorisinden bahsederken, hafızanın
bireyler için olduğu kadar, sosyal kimliğin açıklanması için de çok önemli olduğundan
söz etmiştir. Modern toplumların özellikle de Modern Avrupanın, gittikçe daha
az rasyonelleştikleri için değil, dini varlıklarının merkezinde yatan hafızayı
ayakta tutmayı gittikçe daha az başardıkları için daha az dindar oldukları
iddiasına yer vermiştir. Leger’in bu toplumları hafızası kayıp toplumlar olarak
isimlendirdiğini ifade etmiştir. Davie, bundan sonraki bölümlerde “Vekil Hafıza”,”
İstikrarsız Hafıza”,” Aracı Hafıza”, “Alternatif Hafızalar” ve “Estetik ya da
Sembolik Hafıza” başlıkları altında Avrupa’nın kollektif dini hafızasının Modern
Avrupa’yı nasıl şekillendirdiğini açıklamaya çalışmıştır.
Burada kitabın altıncı bölümü olan “Aracı Hafıza”
başlığı altındaki “Din ve Avrupa Medyası” konusuna biraz değinmek istiyorum. Yazar
bu bölümde din ve medyanın sembiyotik bir ilişki içinde olduğunu vurgular.
Medyanın hayatta kalabilmek için hayatın gerçekleri ile beslendiğini ve bunun
yanında gerçeğin yerine geçen alternatif imajlar oluşturduğuna değinir. Medyanın bilgi yayma (dini bilgiler dahil)
işlevinden ve yoruma dayanan değişim aracı olduğundan söz eder. Yani medyanın
hem hafızanın kaynağı hem de bunun üzerine bir yorum şekli olduğunu söyler.
Buradan yola çıkarak din ile medyanın karmaşık
ilişki içerisinde olduğunu bunun sonucu olarak şu iki soru ile
karşılaşacağımızı söyler: Medyanın kendisi mesaja dönüşmüş müdür? ve Medyanın
kendisi bir din haline mi geliyor?
Tele-vaizlik konusuna da oldukça geniş yer veren
yazar, Amerika’nın bu konuda daha açık olduğunu, Avrupa’nın ise daha temkinli
olduğunu ifade ediyor. Ancak İsveç örneğindeki gibi yerel tele-vaizliklerin
başarıya ulaştığına da değinir. Davie, Modern Avrupa’da dini yayıncılığa
mesafeli olunmasının en önemli nedeni olarak, yayın dünyasındaki önemli
isimlerin, özelliklede yönetim kadrosunun, dine mesafeli olmalarını görür.
Medya’nın çeşitli dini kişilikler ve törenlere
olan ilgisinden de söz eden yazar, II. John Paul’ün medyayı nasıl ve ne şekilde
kullandığına değinmiş ve medya sayesinde insanların evlerinde çeşitli dini
törenlere dahil olduğunu, yine medya aracılığı ile evlerinde hacı olma hissini
yaşadıklarını söylemiştir. Mesela Prenses Diana’nın ölümü sonrasında halkın
bütün bir hafta bu konu ile ilgilenmesini ve olayın içine dahil edilmelerini
medyanın bu konudaki ilgisi ile ilişkilendirmiştir. Fakat medyanın olumlu
tarafının yanında olumsuz yönlerine de değinmeyi ihmal etmemiştir. Özellikle yeni
dini hareketlerin medya sunumlarını olumsuz bulur.
Yazar reklamcılık sektöründe dini unsurların
kullanılması konusuna da değinir. Buna örnek olarak, Apple’in elmasının
iyi-kötü bilgisini taşıyan cennet ağacının meyvesi olarak tasvir edilmesini
verir.
Aracı hafıza olarak gördüğü medyanın, Avrupa’daki
dini kalıpların etkisini, bir taraftan artırırken diğer taraftan deforme
ettiğini ifade eder. Medyanın hafızaya, dini geniş kitlelere yayması açısından
olumlu etkisinin yanında, dini mesajların anlamını sorgulama ya da doğasını
değiştirme ihtimalinden dolayı olumsuz etkisinin olduğunu hatırlatır. Yazar
tekrar din ile medya arasındaki sembiyotik ilişkiden, yani çok farklı iki
olgunun aynı ortamda yer bulduğundan bahseder.
Sonuç bölümüne gelindiğinde ise kitabın genel
çerçevesi alt başlıklar şeklinde tekrar ele alınmıştır.
Vekil hafızayı çok az sayıda insanın başkaları
namına kontrol edebileceği bir hafıza türü olarak tanımlarken, bu hafıza türü
ile ilgili ana meselenin, azınlık ile çoğunluk arasındaki denge hareketi
olduğunu söyler.
İstikrarsız hafızaya gelindiğinde ise, vekil
hafızanın gereği olan, hafızanın başka birine bağlı olmasından dolayı neredeyse
hep istikrarsız olacağını söyler. Tarihi kiliselere göre, istikrarsızlık
kavramının kuşaksal değişimle ilgili en yerinde kavram olduğunu ifade eder ve
mevcut eğitim sisteminde, gençlerin kiliselerle temasını kaybettiklerinden ve
dini catechesis (soru-cevap şeklinde öğrenme) şekilde değil de, dini inançlar
hakkında bilgi sunan model şeklinde öğrendiklerinden dem vurur. Burada
değindiği önemli noktalardan biri, gençlerin dini bilgiye sahip olmamasının,
dini duyguya da sahip olmadıkları anlamına gelmediğini belirtmesidir. Son
olarak istikrarsız hafıza konusunda dini azınlıklardan ve ekümenik hareketten
bahseder.
Aracı hafıza konusuna gelindiğinde, Davie,
günümüzde dini hafızaya en fazla “kitle medyası”nın aracılık ettiğini söyler. (bu
konuya yukarıda ayrıntılı olarak değinilmiştir.)
Alternatif hafıza başlığı altında, Avrupa’daki
dini çeşitliliği üçe ayırır; 1) Hristiyan kiliselerin içinde ve aralarında olan
çeşitlilik 2) Önemli bazı inanç topluluklarının gelişi 3) Dini örgütlerin
dışında bulunan kutsalın yenilikçi formları.
Çatışan hafıza için; alternatif hafızadan
çatışmaya giden yolun siyah beyaz ayrımından daha çok devamlılık arz eden bir
halde olduğunu ifade eder. Avrupa’da dini farlılıklardan doğan çatışmanın
savaştan sonra gerilediğini ve inanç toplulukları arasındaki saygının
korunmasının çatışma ortamında olduğu kadar, kayıtsızlık ortamında da zor
olduğunu belirtir.
Sembolik hafıza başlığında -dini olsun, seküler
olsun- festivallerin, özel dini günlerin ve yıldönümlerinin hafıza için öneminden
bahsetmiş ve bu gibi faaliyetlerin hafızaya devamlılık hissini hem teşvik
ettiğini hem de yarattığını söylemiştir.
Son alt başlık olan dönüşen hafızanın, değişen
çevreye uyum ile ilgili olduğunu söylemiştir. Avrupa’da dini mirasın sağlıklı
dönüşümünü sağlamak ve diğerlerinin de bu anlamda teşvik edilmesinin, herkesin
yararına olacağını ifade etmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder